EINSTEIN’IN BEYNİ BİRA SOĞUTUCUSUNDA
20. yüzyılın en önemli fizikçilerinden Albert Einstein 17 Nisan 1955
akşamı göğüs ağrısı şikayeti ile Princeton Hastanesi’ne yatırıldı. 76
yaşındaydı. Ertesi sabah, karın boşluğundaki en büyük atardamarının
yırtılmasından (abdominal aort anevrizması) kaybedildi. Cesedine
dokunulmaması ve yakılarak küllerinin denize serpilmesini vasiyet
etmişti. Bu isteği kısmen yerine getirildi. Gerçi cenazesi yakıldı ve
külleri savruldu ama, daha önce hastanenin patoloğu Thomas Harvey,
dehasının sırrını çözmek istedi ve otopsisini yaptı. Bu işlemin izinsiz
olması bir yana, beyni çıkartıp sakladığını da kimseler bilmiyordu.
Otopsinin yapıldığı hemen ortaya çıktı elbette. Ama oğlu Arthur,
"Einstein’ın beyni bizim evde" diyerek, durumu sınıf öğretmenine
söylemeseydi, beynin çalındığı ortaya çıkmayabilirdi. Harvey sadece
beyni almakla yetinmedi. Gözlerini de çıkarttı ve Einstein’ın göz
doktoru Henry Abrams’a teslim etti. Halen New York’ta bir kasada
durmaktalar.
Dr. Harvey, bütün ısrarlara rağmen beyni teslim etmeyince hastaneden kovuldu. Philadelphia’ya taşındı. Bir laboratuvarda gerekli ön işlemlerden sonra beyni 240 kadar parçaya ayırdı, iki kavanoza dağıttı, üzerlerine formalin doldurdu. Önce bir tahta kutuya, kutuyu da bira soğutucusunun alt rafına yerleştirdi. Zaman zaman gazeteciler araştırma sonuçlarını sordular. O da bir yıl içinde yayınlayacağını söyleyip durdu. Böylece otuz yıl geçti.
BEYNİN SOL YARISINDA HÜCRE FAZLA
Aslında 1950’lerde Dr. Clinton Woolsey, Johns Hopkins’ten Wisconsin Üniversitesi’ne gelmiş ve Michigan’daki meslektaşları ile birlikte tarihin en büyük beyin koleksiyonunu oluşturacak nörofizyoloji laboratuvarının tohumlarını atmıştı. Dr. Harvey’in neden Wisconsin ile bağlantı kurmadığını her zaman merak etmişimdir.
Nihayet, 1985’te Berkeley Üniversitesi’nden nörobilimci Marian Diamond, Harvey’i aradı ve Einstein’ın beyni ile deneyler yapmak istediğini belirtti. Diamond, 1970’lerde bazı araştırmalar gerçekleştirmiş ve sıçanların beyinlerindeki hücreleri saymıştı. Hayvanların bir bölümünü beyin etkinliğini uyaran bir çevreye, diğerlerini tamamen karanlık bir ortamda tuttuğunda, ilk gruptakilerin beyin hücre sayısında artış gözlemişti. Şimdi hedefi Einstein’ın beynindeki hücre sayısıyla, sıradan zekası olanların beynini karşılaştırmaktı. Bulgularını, pek fazla rağbet edilmeyen Experimental Neurology adlı bir dergide yayınladı. "Bir bilim adamının beyni hakkında: Albert Einstein" başlığını taşıyan makale, nöronların gliyal hücrelere oranı ile ilgiliydi ve yaş ortalaması 64 olan 11 ölmüş kişinin beynindeki oranlarla karşılaştırılmıştı. Einstein’ın beyninin sol yarısındaki bir bölgede, nöron başına düşen gliyal hücre sayısı normalden yüzde 73 daha yüksekti.
Einstein ile ilgili her şeyde olduğu gibi, Diamond’un makalesi de büyük yankı uyandırdı. Daha önceleri pek tanınmayan nörolog, birdenbire ün kazandı. Kimi araştırıcılar bu bulguları, Einstein’ın beyin hücrelerinin daha fazla beslenmeye gereksinim duyduğu biçiminde yorumladı, kimileri ise deneylerde ciddi hatalar bulup, saçmaladığını düşündüler.
DÁHİNİN BEYNİ NORMALDEN KÜÇÜK
Beyinle ilgili ikinci araştırma Alabama Üniversitesi’nden Britt Anderson’a ait. 1996’da Neuroscience Letters’de, sıradan bir erkeğin ortalama beyin ağırlığı 1400 gram olduğu halde, Einstein’ın beyninin 1230 gram geldiği, ayrıca dış tabakasının da normalden ince olduğu öne sürüldü. Bu bulgular, dáhi fizikçinin beynindeki sinir hücrelerinin daha sıkışık ve yoğun biçimde birarada olduğu, bu sayede aralarındaki iletişimin normal insanlarınkinden daha hızlı biçimde gerçekleştiği ve küçük beyinli olanların hiç de sanıldığı gibi aptal değil, bilakis üstün zekalı olabilecekleri şeklinde yorumlandı.
Kanadalı Dr. Sandra Witelson, ünlü Lancet dergisinde 1999’da yayınlanan "Albert Einstein’ın istisnai beyni" adlı makalesinde matematik ve üç boyutlu düşünmeyi denetleyen bölgede normalden fazla girintinin bulunduğunu bildiriyordu. Yazarları arasında Thomas Harvey’in de yer aldığı bu araştırma pek çok eleştiriyle karşılaştı.
40 yıl boyunca kapı kapı dolaşıp, Einstein’ın beynini doğru dürüst inceleyebilecek birini bulamadığına sinirlenen patolog Thomas Harvey, sonunda elindeki her iki kavanozu, içinde kalan beyin parçalarıyla birlikte Princeton Tıp Merkezi’ne hediye etti. Doktor 90’ını geçti. Halen New Jersey’de, Titusville adlı küçük bir kasabada yaşıyor. Kulağı pek işitmiyor, zor yürüyor. Ama yaptıklarından hiç pişman değil.
Prof. Dr. Sevil Atasoy
Dr. Harvey, bütün ısrarlara rağmen beyni teslim etmeyince hastaneden kovuldu. Philadelphia’ya taşındı. Bir laboratuvarda gerekli ön işlemlerden sonra beyni 240 kadar parçaya ayırdı, iki kavanoza dağıttı, üzerlerine formalin doldurdu. Önce bir tahta kutuya, kutuyu da bira soğutucusunun alt rafına yerleştirdi. Zaman zaman gazeteciler araştırma sonuçlarını sordular. O da bir yıl içinde yayınlayacağını söyleyip durdu. Böylece otuz yıl geçti.
BEYNİN SOL YARISINDA HÜCRE FAZLA
Aslında 1950’lerde Dr. Clinton Woolsey, Johns Hopkins’ten Wisconsin Üniversitesi’ne gelmiş ve Michigan’daki meslektaşları ile birlikte tarihin en büyük beyin koleksiyonunu oluşturacak nörofizyoloji laboratuvarının tohumlarını atmıştı. Dr. Harvey’in neden Wisconsin ile bağlantı kurmadığını her zaman merak etmişimdir.
Nihayet, 1985’te Berkeley Üniversitesi’nden nörobilimci Marian Diamond, Harvey’i aradı ve Einstein’ın beyni ile deneyler yapmak istediğini belirtti. Diamond, 1970’lerde bazı araştırmalar gerçekleştirmiş ve sıçanların beyinlerindeki hücreleri saymıştı. Hayvanların bir bölümünü beyin etkinliğini uyaran bir çevreye, diğerlerini tamamen karanlık bir ortamda tuttuğunda, ilk gruptakilerin beyin hücre sayısında artış gözlemişti. Şimdi hedefi Einstein’ın beynindeki hücre sayısıyla, sıradan zekası olanların beynini karşılaştırmaktı. Bulgularını, pek fazla rağbet edilmeyen Experimental Neurology adlı bir dergide yayınladı. "Bir bilim adamının beyni hakkında: Albert Einstein" başlığını taşıyan makale, nöronların gliyal hücrelere oranı ile ilgiliydi ve yaş ortalaması 64 olan 11 ölmüş kişinin beynindeki oranlarla karşılaştırılmıştı. Einstein’ın beyninin sol yarısındaki bir bölgede, nöron başına düşen gliyal hücre sayısı normalden yüzde 73 daha yüksekti.
Einstein ile ilgili her şeyde olduğu gibi, Diamond’un makalesi de büyük yankı uyandırdı. Daha önceleri pek tanınmayan nörolog, birdenbire ün kazandı. Kimi araştırıcılar bu bulguları, Einstein’ın beyin hücrelerinin daha fazla beslenmeye gereksinim duyduğu biçiminde yorumladı, kimileri ise deneylerde ciddi hatalar bulup, saçmaladığını düşündüler.
DÁHİNİN BEYNİ NORMALDEN KÜÇÜK
Beyinle ilgili ikinci araştırma Alabama Üniversitesi’nden Britt Anderson’a ait. 1996’da Neuroscience Letters’de, sıradan bir erkeğin ortalama beyin ağırlığı 1400 gram olduğu halde, Einstein’ın beyninin 1230 gram geldiği, ayrıca dış tabakasının da normalden ince olduğu öne sürüldü. Bu bulgular, dáhi fizikçinin beynindeki sinir hücrelerinin daha sıkışık ve yoğun biçimde birarada olduğu, bu sayede aralarındaki iletişimin normal insanlarınkinden daha hızlı biçimde gerçekleştiği ve küçük beyinli olanların hiç de sanıldığı gibi aptal değil, bilakis üstün zekalı olabilecekleri şeklinde yorumlandı.
Kanadalı Dr. Sandra Witelson, ünlü Lancet dergisinde 1999’da yayınlanan "Albert Einstein’ın istisnai beyni" adlı makalesinde matematik ve üç boyutlu düşünmeyi denetleyen bölgede normalden fazla girintinin bulunduğunu bildiriyordu. Yazarları arasında Thomas Harvey’in de yer aldığı bu araştırma pek çok eleştiriyle karşılaştı.
40 yıl boyunca kapı kapı dolaşıp, Einstein’ın beynini doğru dürüst inceleyebilecek birini bulamadığına sinirlenen patolog Thomas Harvey, sonunda elindeki her iki kavanozu, içinde kalan beyin parçalarıyla birlikte Princeton Tıp Merkezi’ne hediye etti. Doktor 90’ını geçti. Halen New Jersey’de, Titusville adlı küçük bir kasabada yaşıyor. Kulağı pek işitmiyor, zor yürüyor. Ama yaptıklarından hiç pişman değil.
Prof. Dr. Sevil Atasoy